Montaigne ve Denemeler

        
Montaigne Denemeler
Michel de Montaigne



   
    16. yüzyıl Fransız yazarlarından olan Montaigne,deneme türünün öncüsü kabul edilmiştir. 107 denemeden oluşan ünlü,'' Denemeler'' kitabını dünya ile paylaşmıştır.Denemeler kitabı ağırlıklı olarak eğitim ve felsefe konularını kaleme almış olsa da insan sevgisi olmak üzere iyimserlik, dayanışma, özgürlük ve okuma alışkanlığı gibi konuların üzerinde durmayı sevmiştir.
Öyledir ki; bu hümanist kişiliği ile Sokrates'ten sonra insanlık üzerine düşüncelerini ve yazılarını paylaşmaktan zevk alan ve bu konuda ün yapmış bir isimdir.

Montaigne'nin ''Denemeler'' Adlı Kitabından 10 Adet Alıntı


Kendi Kendisi ile Yetinme

Krallar hiçbir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar hiçbir 
kötülük etmezlerse yeterince iyilik etmiş sayılırlar bana. Bütün 
istediğim budur onlardan. Ama nasıl şükrediyorum tanrıya, varımı 
yoğumu bana aracısız vermiş, beni yalnız kendisine borçlu kılmış 
olduğu için! Nasıl yalvarıyorum ona gece gündüz beni hiçbir zaman, 
kimseye karşı ağır bir minnet altına sokmasın diye! Ne mutlu bir 
özgürlükle bunca zaman yaşadım: Onunla bitsin ömrüm! 

Bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamak. 
Bütün umudum kendimde. 

Bunu başarmak herkesin elindedir; ama ölmeyecek kadar yiyecek 
içeceği olanlar daha kolay başarabilirler elbet bunu. Bir başkasına 
bağlı yaşamak yürekler acısı ve belalı bir şeydir. Kendimiz ki en iyi, 
en emin sığınağımız odur; kendimiz bile güvenilir değiliz yeterince. 

Kendimi hem yürekçe asıl iş yürekli olmakta çünkü, hem varlıkça 
öyle hazırlıyorum ki, başka her şeyimi yitirdiğim zaman kendimle 
yetinmesini bileyim. 
Hippias gereğinde her şeyden sevine sevine elini çekip Musalarla 
baş başa kalabilmek için kendini bilime vermekle kalmadı; ruhunun 
kendi kendiyle yetinmesi, dışarıdan gelecek rahatlıklardan yiğitçe 
vazgeçebilmesi için filozof olmakla da kalmadı; büyük bir merakla 
yemek pişirmesini, tıraş olmasını, giysilerini, ayakkabılarını, öte 
berisini kendi yapmasını da öğrendi ki, kendi yükünü taşıyabildiği 
kadar kendi taşısın ve kimsenin yardımına muhtaç olmasın... 
Vermede nasıl bir üstün olma niteliği varsa, almada da bir boyun eğme niteliği vardır. Onun içindir ki Beyazıt I, Timurlenk'in gönderdiği hediyeleri küfürler ederek geri çevirmiş. Sultan 
Süleyman'ın bir Hint İmparatoruna yolladığı hediyeler de öyle 
kızdırmış ki adamı, kabaca reddederek bizim adetimiz almak değil 
vermektir, demekle kalmamış, hediyeleri getiren elçileri zindana 
attırmış.


Özgürlük Üstüne

 Özgürlüğe öyle düşkünüm ki, koca Hindistan'ın bir köşesini bana 
yasak etseler dünyanın tadı kaçar neredeyse. Hiçbir yerde saklı, eli 
kolu bağlı yaşamak da istemem, orada pineklemektense alır başımı 
havası, toprağı bana açık bir yere giderim. Hey Allahım! çekilir şey 
midir ülkenin bir bucağına çivilenip kalmak? Niceleri, yasalarımıza 
aykırılık ettiler diye kentlere, alanlara herkesin gidip geldiği yollara 
uğrayamadan yaşayabiliyorlar. Benim hizmet ettiğim yasalar küçük 
parmağımı bile köle etmeye kalksalar, nereye olsa gider başka yasalar 
arardım.


Kökleşen Yanılmalar

 Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına yol açar, bütün halkın 
yanılması da sonradan teklerin yanılmasına. Böylece yanlışlık elden 
ele geliştikçe gelişir, biçimden biçime girer; o kadar ki işin en 
uzağındaki tanık, en yakınındakinden daha çok şeyler bilir; olayı son 
öğrenen ilk öğrenenden daha inançlı olur. Bunda da şaşılacak bir şey 
yok; çünkü insan bir şeye inandı mı ona başkasını da inandırmayı bir 
borç sayar, kolay inandırmak için de anlattığına dilediği gibi çeki 
düzen vermekten, bir şeyler katmaktan çekinmez: Karşısındakinin 
karşı koyma gücünü kırmak, onun kafasının alabileceğini sandığı gibi 
konuşmak ister.


Ölçü

İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor 
kendiliğinden iyi ve güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu 
bazen öyle azgın bir tutku oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. 
Bazıları der ki, iyinin aşırısı olmaz, çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil 
demektir. Sözcüklerle oynamak diyeceği gelir insanın buna. 
 Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken de, doğru 
bir işi yaparken de pekala aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: 
Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır. 
 Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan 
daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla 
ışıkta da. Platon'da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe 
bir kerteye kadar iyidir, hoştur yararlı olduğu kerteyi aşacak kadar 
derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu 
şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi 
dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek, 
başkalarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak bir hale geliriz; 
boş yere şunun bunun sillesini yeriz. 
 Kallikles doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek 
duygularımızı körletir gereksiz bir inceleme ile bizi doğanın güzel ve 
rahat yolundan çıkarır.


Kendine Acındırmak

 Kendimi kaptırmamaya çalıştığım çocukça, yakışıksız bir duyumuz 
vardır. Dertlerimizle dostlarımızı acındırmak, kendimize vah vah 
dedirtmek. Başımıza gelenleri büyütür, şişirir, karşımızdakini 
ağlatmak isteriz, neredeyse.  Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördük mü överiz, 
ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılırız, 
kızarız. Dertlerimizi anlamaları yetmez, yanıp yakınmalarını isteriz. 
Oysaki insan sevincini büyülterek anlatmalı, üzüntülerini kısaltarak. 
Kendini yok yere acındıran gerçekten dertli olunca acınmamayı 
hakeder. Durmadan vahlanan kimse vahlanılmaz olur. Kendini canlı 
iken ölü göstereni, ölü iken canlı görebilir herkes. Öylelerini gördüm 
ki, eş dost kendilerini gürbüz, keyifli görecek diye ödleri kopar, 
iyileşmiş sanılmamak için gülmelerini tutarlardı. Sağlık, kimseyi 
acındırmadığı için, nefret ettikleri bir şey olurdu. İşin tuhafı, bu 
gördüğüm kimseler kadın da değildi.


Alışkanlık 

 Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş,
sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış;
sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu
zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim
uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış
olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası
yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta
kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip
kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine,
gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...
 Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar
ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. Çocuk bir
tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde
bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. Kimi baba da, oğlunun savunmasız
bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca
ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak
sevinir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları,
kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında,
alabildiğine büyüyüp gelişirler. Bu kötü yöntemeleri yaşın
küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir
eğitim yoludur. Önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve
doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da,
hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: Ha altın
çalmışsın, ha bir iğne. «İğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile
gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «İğneyi çaldıktan sonra
niçin altını da çalmasın?»
 Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan
alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: Kendimizden çok
başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi.


Birine Yarar Ötekine Zarar

 Atinalı Demades, cenaze törenleri için gerekli şeyleri satan bir
hemşerisini, bu işten fazla kazanç beklediğini, bu kazancın da ancak
birçok insanın ölümünden gelebileceğini ileri sürerek mahkum etmiş.
Haklı bir yargı denemez buna; çünkü hiçbir kazanç başkasına zarar
vermeden sağlanamaz, öyle olunca da her çeşit kazancı mahkum
etmek gerekir.
 Tüccar, gençliğin sefahata düşmesinden kar sağlar, çiftçi buğdayın
pahalanmasından, mimar evlerin yıkılmasından, hukukçu insanların
davalı, kavgalı olmasından; din adamlarının şan, onur ve görevleri bile
bizim ölümümüze ve kötülüklerimize dayanır. Yunanlı komedya şairi
Fhilemon, hiçbir hekim, dostlarının bile sağlığından hoşlanmaz,
dermiş, hiçbir asker de yurdundaki barıştan. Daha da kötüsü, herkes
içini yoklasa görür ki gizli dileklerimizin birçoğu başkasının zararına
doğar ve beslenir.
 Öyle sanıyorum ki düşündükçe doğanın genel düzeni hiç şaşmıyor
böyle olmaktan: Çünkü fizikçilerin dediğine göre, her şeyin doğması,
beslenmesi, çoğalması, başka bir şeyin bozulup çürümesi oluyor:
 Bir varlık biçim ve nitelik değiştirdi mi O anda yok olur biraz önce
var olan.


 Babalar ve Çocuklar


 Çocukların babalarına karşı duydukları, saygıdır daha çok.
Duygu düşünce alışverişleriyle beslenen dostluk onlar arasında
kurulamaz; dünyaları çok ayrıdır çünkü, üstelik doğal ödevleri de
örseler bu dostluk. Babalar bütün gizli düşüncelerini çocuklarına
açamazlar, yakışıksız bir sırdaşlık yaratmamak için; dostluğun baş
görevlerinden biri olan uyarmalar, akıl vermeler de çocukların
babalarına yapabilecekleri şeyler değildir. Kimi uluslarda çocukların
babaları, kiminde de babaların çocukları öldürmeleri adetmiş,
birbirlerine çıkarabildikleri zorlukları önlemek için, doğal olarak
birinin varlığı ötekinin yıkımına bağlı olduğu için. Babalarla çocuklar
arasındaki doğal bağları hor gören filozoflar da çıkmıştır Aristippos
bunlardan biridir. Kendisinden çıkmış olan çocuklarını nasıl olup da
sevmediği söylenince tükürmüş Aristippos ve demiş ki: Bu tükürük de
benden çıktı; bitler, kurtlar da çıkıyor benden! Plutarkhos'un
kardeşiyle barıştırmak istediği biri de şöyle der: Aynı delikten çıktık
diye kardeşimin büyük önemi olamaz benim için...
 Babayla oğul apayrı mizaçlarda olabilirler, kardeşler de öyle.
Oğlum olur, akrabam olur, ama belalı, kötü, budala herifin biri de
olabilir. Hem sonra, yasaların ve doğal zorunluluğun bize buyurduğu
dostluklarda seçme ve isteme özgürlüğümüz azalıyor. Oysa bu
özgürlük sevgi ve dostluk kadar bizim diyebileceğimiz başka hiçbir
şey yaratamaz.
 Her inanç kendini can pahasına benimsetecek kadar güçlü olabiliyor.


Değişen Dil ve İnsan


 Kitabımı az insanlar ve az yıllar için yazıyorum. Uzun ömürlü
olabilmesi için daha sağlam bir dille yazılması gerekirdi. Bizim
dilimizin bugüne kadarki sürekli değişmelerine bakılınca, elli yıl sonra
şimdiki halinde kalacağını kim umabilir? Her gün elimizden kayıp
gidiyor benim yaşadığım yıllar içinde yarı yarıya değişti. Şimdi artık
olgunlaştı diyoruz; her çağ kendi dili için öyle der. Hep böyle kaçıp
değiştiği sürece ben dilimizin bugünkü halinde kalmasını özlemem.
Đyi ve yararlı yazılar onu kendilerine bağlayabilirse bağlar, göreceği
rağbet de devletimizin kaderine göre değişir. Onun için kitabıma hiç
çekinmeden kişisel birçok yazılar koyuyorum. Bunlar bugün yaşayan
insanların işine yaramakla kalır ve orta anlayıştan öte özel bilgileri
olan kimi insanları ilgilendirir. Gördüğüm birçokları gibi benim
ardımdan da olur olmaz sözler edilmesini istemiyorum doğrusu: Şöyle
düşünürdü, böyle yaşardı; şunu ister, bunu istemezdi; ölürken konuşsa
buna şunu der, şuna bunu verirdi; onu benden iyi tanıyan yoktu, gibi.
Kitabımda edep kurallarının izin verdiği ölçüde eğilimlerimi,
sevgilerimi az çok belirtiyorum; bilmek isteyene sözlü olarak daha da
serbestçe ve içtenlikle açıklıyorum duyup düşündüklerimi. Ama
bakmasını bilen bu anılarımda her şeyi söylediğimi, gösterdiğimi
görür.
 Görenlere kısacık göstermeler yeter
 Üst tarafını kendin bulabilirsin.
İstenecek, aranıp bulunacak hiçbir şey bırakmıyorum kendimden.
Sözüm edilecekse, doğru dürüst, gerçeğe uygun edilmesini istiyorum.
Övmek için de olsa beni olduğumdan başka türlü göstermek isteyeni
yalanlamak için öbür dünyadan seve seve kalkar gelirim.
 Yaşayanlardan bile olmadıkları gibi söz edildiğini görmekteyim.
Yitirdiğim bir dostumu (La Boetie) var gücümle desteklemeseydim,
bin bir türlü suret biçeceklerdi ona.


Hainlere Hıyanet


 Antigonos, bir şehrin askerlerini kandırıp kendi rakibi olan
komutanları Eumenes'e ihanet ettiriyor; ama askerlerinin ihanetiyle
adamı öldürdükten sonra kendisi tanrısal adaletin uygulayıcısı olmaya
kalkıyor, hainleri şehrin valisine teslim edip hepsini dilediği biçimde
temizlemesini emrediyor. Öylesine yaptırıyor ki dediğini, sayıları bir
hayli çok olan bu askerlerin bir teki bile Makedonya'ya dönmüyor.
Askerler kendisine ettikleri hizmetin büyüklüğü ölçüsünde kötülük
etmiş ve cezayı ha ketmiş oluyorlardı.
 Efendisi Sulpicius'un saklandığı yeri haber veren köle, Sylla'nın
vermiş olduğu söz gereği serbest bırakılıyor; ama devlet hikmeti
gereği Tarpeion kayalığından atılıyor.
 Bizim kral Clovis de, Cannacre'ın hizmetçilerine altın silahlar
vadederek efendilerine ihanet ettiriyor. Sonra üçünü de astırıyor.
Kimi yerde de hıyanet edenlerin boyunlarına ihanet karşılığı aldıkları
keseyi takıp asıyorlar. Kendi isteklerini yerine getirdikten sonra kamu
isteğini de yerine getirmiş oluyorlar böylece.
 Fatih Sultan Mehmet, soyunun adeti üzere, taht kıskançlığı yüzünden
kardeşini ortadan kaldırmak isteyince onun adamlarından birini
kullanıyor bu işte: Adam da fazla su yutturarak boğuyor şehzadeyi. İş
olup bitince Padişah bu cinayetin kefareti olarak katili ölen kardeşinin
anasına (yalnız babadan kardeştiler çünkü) teslim ediyor o da
padişahın gözü önünde katilin karnını yardırıyor, kendi elleriyle
yüreğini bulup sökerek sıcak sıcak köpeklere yediriyor.
 Kendileri hiç de iyi olmayanlar, kötü bir eylemden çıkar sağladıktan
sonra, rahat yürekle, işe biraz iyilik doğruluk karıştırmaktan
hoşlanırlar, bir karşılık ödüyormuş, vicdanlarını temizliyormuş gibi.
Kaldı ki, bu korkunç kötülüklere alet ettikleri kimseler kendilerini
suçluyormuş gibi gelir onlara. Ölmelerini isterler ki bu yüz karası
işlerin bilinci, tanıklığı silinsin gitsin.




-------



Bu kitabı hala okumadı iseniz şiddet ile tavsiye ediyorum.Sizi hayata yeniden bağlayabilir,sizi tek bir cümlesi ile günlerce düşündürebilir.Tamamen hayata dair konu seçimleri ile '' Denemeler '', kitap severlerin raflarında yerini alması gereken bir eser.